Okursanız Ufkunuzu Açacağını ve Çok Seveceğinizi Bildiğiniz Lakin Bir Türlü Okumadığınız Kitapları Tek Tek Size Özet Geçiyoruz!

Anlatıcı karakter olan Rasim, Ankara'da yaşayan ve kendi halinde ve kendini toplumdan dışlanmış hisseden bir tiptir. Raif Efendi'yi de girdiği bir işte tanımıştır. Rasim yapılacak bir çevirinin yetişmesi gerektiği için, işe gelmeyen Raif Efendi’nin konutuna girer ve olaylar bu noktadan sonra gelişmeye başlar. 

Raif Efendi hasta olduğu vakit işe gidemez . Bu türlü vakitlerde Rasim ona yardım ettiğinden konut halkından birisi üzere olmuş, eşi ve kızlarından bile daha yakın biri olmuştur. Bir gün Raif Efendi çok hasta olmuş, hastalık ilerlemiş genç yaşında mevt döşeğine düşmüştür. Bu sırada Rasim, Raif Efendinin not defterine ulaşır. Bundan sonra da kıssayı Raif Efendinin yazdıklarından öğrenmeye başlarız.

Burada, Almanya’daki bir stantta Kürk Mantolu Madonna isimli bir tablo görür. Bir sanatkarın otoportresi olan bu resme platonik olarak aşık olur. Tabloyu seyretme seansınlarından birinde onun yanına gelen Maria Puder tablonun sahibi olan sanatçıdır. Tablonun sahibi ile konuştuğunu öğrenen Raif'in dünyası ise bir daha geri dönüşü olmayacak formda değişir. 

Bir mühlet sonra birbirlerine aşık olan bu ikili için işler sarpa saracaktır. Türkiye’ye Maria’yı yanına aldırmak vesilesiyle tekrar dönen Raif Efendi, mektuplarının karşılıksız kalması üzerine merak içinde kalır ve ondan bir daha haber alamaz. Yıllar sonra Maria’nın kuzeni ile İstanbul’da karşılaşan Raif Efendi Maria’nın doğum sırasında öldüğünü öğrenir. Kuzeninin yanındaki kız ise Raif Efendi ile Maria’nın kızıdır. Lakin kuzen Frau von Tiedemann, kızı da alır ve trene binerek Bağdat'a gerçek hareket eder. Yaşlanıp vefatının yaklaştığını anladığında, bu hoş günleri kaydettiği defterinin yakılmasını genç iş arkadaşından rica eder…

Rodya Romanoviç Raskolnikov fakir bir gençtir; Petesburg Üniversitesi'ndeki hukuk tahsilini yarıda bırakır. Aklı Batı'dan gelen siyasi ve felsefi kanılarla karmakarışıktır. Nefret edilen, makûs bir tefeciyi öldürecektir. Böylelikle finansal sorunlarını çözerken tıpkı vakitte dünya makus, kıymetsiz bir parazitten temizlenecektir. Raskolnikov, daha yüksek bir hedefe hizmet eden bir cinayetin kabul edilebilir olduğuna inanır. Bir sürü hesap kitaptan sonra harekete geçer ve bayanın konutuna giderek onu baltayla vahşice öldürür. O anda, Alonya ile birlikte yaşayan ve kimseye bir ziyanı dokunmayan üvey kız kardeşi beklenmedik biçimde içeri girdiğinden, Raskolnikov onu da öldürmek zorunda kalır. Müşterilerin rehin için bıraktıkları birkaç küçük süs eşyasını alır ve kimseye görünmeden oradan ayrılır.

Kimsenin kendisini görmediğini bildiği halde, Raskolnikov son derecede tedirgindir. Tedirginliği ailesi ve yakın etrafını de etkilenir. Raskolnikov'un hayatında üç bayan vardır. Bunlardan birincisi olan annesi, düşkün ve müşfik bir bayandır. Hayatındaki ikinci bayan, kız kardeşi Dounia'dır. Hayatındaki üçüncü bayan ise Marmeladov ismindeki işsiz kâtibin kızı Sonia'dır. Raskolnikov onunla orta sıra buluşmuş, arkadaşlık etmiştir. Sonia'nın ailesi, babasının ayyaşlığı yüzünden çok fakirdir. Sonia, ailesine bakmak için fahişelik yapmaya başlamıştır.

Ödenmemiş bir borç yüzünden karakola çağrıldığında polislerin yanında baygınlık geçirir. Günlerce hasta yatar. “Katilin cinayet yerine dönmesi” kuralına uygun olarak, yakalanmayı ve rahatlamayı, arınmayı isteyen genç adam, öldürdüğü tefeci bayanın konutuna gelir. Komiserle tanışır ve davranışlarıyla dikkat çekerek soruşturmanın baş zanIısı olur. Zeki bir adam olan Komiser Porfiry Petroviç, Raskolnikov'un katil olduğunu düşünür.

Raskolnikov, Sonia'ya hatasını ve aşkını itiraf eder. Sonia fahişelik yapmasına karşın inançlı ve düzgün yürekli bir kızdır. Ona acır ve kabahatini polise itiraf etmesi ve bedelini ödemesi gerektiğini söyler. Sonunda vicdan azabı Raskolnikov'a hatasını itiraf ettirir. Sibirya'ya sürgün edilir. Sonia onun özgür kalacağı günü bekleyecektir. Raskolnikov, yeniden de çok bir pişmanlık duymamaktadır. Ancak en azından Sonia'nın sayesinde kendini dine verebilecektir.

Dünya, Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya olarak üç muhteşem gücün kontrolü altındır. Bu üç devlet daima birbirleriyle savaş halindedir ve müttefikler daima değişmektedir.

1984, Okyanusya isimli devletin baskıcı bir iktidar ile yönetilmesini husus almaktadır. Bu türlü bir toplumda hayatını sürdürmeye çalışan bir memur ise baş kahramanımızdır. Baskı altında yaşayan toplumun yaşadıklarını ele alan kitap, içerisinde aşka da yer vermektedir.

Aşık olmanın bile yasak olduğu kitapta Winston Julia ile zımnî aşk yaşamaktadır lakin en sonunda yakalanacaklardır. İkili çeşitli azaplara maruz kalır. Azaplar ile her ikisinin de hakikat bildikleri her şey unutturulur. Böylece Winston Julia’yı bile tanımayacak hale gelir.

1. Dünya savaşından sonra toplumun baskı altında kalmasını daima olarak yapıtlarında ele alan Orwell, bu yapıtında de büsbütün baskıcı iktidara karşı gelmek gayesi ile fikirlerini özgürce kitaplarında aktarmıştır.

Kitap, kahramanımızın annesinin ölmesiyle başlıyor. Annesinin cenazesine sarfiyat. Seksen kilometre ötedeki bir kentte hangi tarihte bile öldüğünü bilmediği cenazede herkesi şaşkınlığa uğratır. Annesini görmeyi hiç istemez. Annesini daha sonraki sayfalarda sevdiğini ama her insanın sevdiklerinin ölmesini bir formda istediğini söylemiştir. Annesinin vefatından bir gün sonra Marie isminde bir sevgili bulur, onunla bol bol keyifli vakit geçirir. Marie çok sevinçli ve konuşkan bir hanımefendidir. Ona karşı pek sadık ve anlayışlıdır. Sık sık ahbapları ve Marie ile denize inerler.

Bir gün kıyıda gezerken komşusunun belalısı Araplar ile karşılaşmıştır. Daha evvelden arbede etmişlerdir ve olayın kapandığını sanmaktadır. Hava sıcak olduğu için gölge bir yer ararken Arap’a yanlışsız yönelmiştir. Bu sırada Arap ile ortalarında bir hengâme yaşanır ve kahramanımız onu öldürür. Daha sonra tutuklanan Mersault kendine bir avukat bile tutmamıştır.

Annesinin cenazesi ile ilgili halleri karşısında şaşkınlığa düşer. Pişman ve üzgün gözükürse cezası hafifleyecektir. Ancak hiçbiri umurunda olmayan karakterimiz tepkisizliğiyle insanları daha da öfkelendirir. Ahlaki çöküşü idamına sebep gösterilir. Mersault için hiçbir mana tabir etmeyen vefat, içindekileri dışa vurmasına sebep olur. Onunla konuşmaya çalışan bireylere herkesin bir gün öleceğini, bütün hayatların da kendi hayatları kadar anlamsız olduğunu söyler. Böylelikle öykümüz son bulur. Sorgu yargıcı Mersault’un idamına cinayeti yüzünden değil kayıtsızlığı ve duygusuzluğu yüzünden karar verir. Olayı değil, karakterin kendisini sorgular. Yaşananlar göstermiştir ki Mersault’un da dediği üzere herkes birebir derecede hatalı ve herkes tıpkı derecede hatasızdır.

Turgut Özben ismindeki genç bir mühendis, yakın arkadaşı Selim Işık’ın intihar ettiğini gazeteden öğrenir. Bu intiharın sebebini araştırmak için Selim’in arkadaşları (Süleyman Kargı, Esat, Metin) ve sevgilisi (Günseli) ile görüşmeler yapar. Yaptığı araştırmalar sonucunda Selim’in hayatının karanlıkta kalan istikametlerini, onu intihara sürükleyen sebepleri öğrenir.

Selim yaşadığı düzenle uyun sağlayamayan, küçük burjuva bedellerine ve onların ucuz yaşantısına sırtını dönmüş, bu yüzden de toplum dışına itilmiş, kitaplara sığınmış bir aydındır. Turgut, Selim hakkında öğrendiği bilgiler ve araştırmaları sırasında karşılaştığı olaylar sonucunda kendini sorgulamaya başlar.

Turgut Özben, Selim’in vefatının izinde derin bir iç hesaplaşmaya girerek romanın sonunda konutundan ayrılır. Her şeyini geride bırakarak bir trene biner ve gözden kaybolur.

Romanda anlatıcı, Turgut Özben’in trende tanıştığı, onun notlarını düzenleyerek kitabı yayımlayan gazetecidir. Tutunamayanlar romanını oluşturan metinler, gazetecinin önsözüyle başlar. Gazetecinin yazdığı önsözün ismi “Sonun Başlangıcı”dır. Gazeteci editörün yazdıklarının bilakis Tutunamayanlar romanı tamamlanmamıştır. Kitabın sonunda Turgut’un gazeteciye yazdığı mektup yer alır. Tutunamayanlar, baştaki “Sonun Başlangıcı” isimli önsözle, Turgut’un mektubu ortasında yer alan, Batı edebiyatında çokça örneğini gördüğümüz taammüden yarım bırakılmış bir romandır.

“Gregor Samsa, bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulur. Birinci başta gördüklerinin gerçek olduğunu inanmak istemez lakin yatağından kalkmak isteyince buna inanmak zorunda kalır. O artık dev bir böcektir. Kalkmak istemektedir ancak artık ona yardımcı olacak kuvvetli bacaklarının yerinde birbirinden bağımsız hareket ediyormuş üzere görünen onlarca bacakçık bulunmaktadır. 

Gregor ailesinin ve işvereninin ona verdiği reaksiyondan sonra böceğe dönüştüğünü kesin olarak kabul eder.

Gregor artık çalışıp meskene para da getiremediği için, babası onun yaşadığı konutu 3 şahsa kiralar; Gregor'un içinden çıkmadığı ve daima orada yaşadığı oda ise pis ve perişan bir haldedir. Babasının bu 3 kiracıya oğluna şimdiye kadar göstermediği ilgiyi göstermesi de onu çok üzecektir.  

Okulunu bırakıp iş bulmadı gereken Gregor'un kız kardeşi Grete ise, ağabeyinin meskenden atılması gerektiğini lisana getiren birinci kişidir. Babasının Gregor’u elma bombardımanına tutmasıyla Gregor’un sırtında açılan yara Gregor’un vefatına sebep olur. Bir sabah konutun hizmetlisi Gregor’u odasında meyyit bulur, aile bireylerine haber verir. Aile bireyleri durumu çok olağan karşılar ve günlük hayatlarına devam ederler. Gregor’u da hizmetli faraşla çöpe atar. Ailecek uzun vakittir planladıkları seyahate çıkarlar.

Hayvanlardan İlahlara Sapiens, İsrailli bir müellif olan Yuval Noah Harari’nin bütün dünyada ses getirmeyi başarmış olan bir kitabıdır. Kitapta hayata dair birçok sorunun yanıtının yer aldığını görebiliyoruz.

Hayvanlardan Yaradanlara Sapiens kitabında insanların yaratılışına ve tabiatına dair olan bahadır soruların bilimsel olarak cevaplandığını göreceksiniz. Kitapta yer alan birtakım sorular ortasında; insanların neden paraya taptığı, insanlığın nasıl bu hale geldiği, bayan – erkek ayrımının nasıl ortaya çıktığı, gücün neden berbat kullanıldığı ve dini pahaların neden berbata kullanıldığı üzere birçok sorunun yanıtı yer alıyor.

Rahip olmak istemediği için papaz okulundan ayrılan Santiago, babasından aldığı bir ölçü parayla bir koyun sürüsü edinir ve koyunlarla birlikte dünyayı gezmek için yola koyulur. Bu seyahatinin tek kılavuzu koyunlardır. Koyunların ilerlediği yolda ilerlerken bir gece dinlendiği bir yerde bir hayal görür. Hayalinde Mısır Piramitleri’ne gitmesi üzerine orda bir hazine bulacağını görmüştür. 

Bu hayal üzerine koyun sürüsünü satıp Mısır'a hakikat yola çıkar. Eline geçen para ve tanıştığı bir bilgenin verdiği biri siyah başkası beyaz olan, siyahın evet, beyazın hayır manasına geldiği iki taşı yanına alır. Bu taşlar karar vermede zorlandığında ona yardımcı olacak olan taşlardır.

Altı ay çalışıp kâfi parayı kazandıktan sonra tekrar yola koyulur. Bu defa de yolda bir İngiliz ile karşılaşır. İngiliz, Simyacı’yı aramaktadır. Simyacı bireylerin kurşunu altına dönüştürmesi bilgisini yeni öğrenen Santiago İngiliz’in ondan farklı olmadığını, ikisinin de bir gaye için yola çıkıp kendi yazgılarını çizdiğini görmüştür. Böylelikle İngiliz’den aldığı öğretilerle yola çıkıp çöle masraf. Çölde Fatıma isminde bir bayana aşık olur ve evlenmek ister. Ancak Fatıma’nın da isteğiyle evlenmek yerine evvel seyahatini bitirmeye karar verir. Çölü de aşarak sonunda piramitlere ulaşmıştır.

Piramitlere ulaşan Santiago kumulu bütün gece kazar. Lakin bir şey bulamaz ve yorgunluktan uyuyakalır. Savaş mültecilerinin sesiyle uyanan Santiago’nun bütün altınlarını mülteciler alır. Yeri kazdığı için daha fazla altının orda olduğunu düşünen mülteciler Santiago’ yu yeri kazmaya zorlar. Bir şey çıkmayınca onu döverler. Emelinin ne olduğunu soran mültecilere kıssasını anlatınca mültecilerden biri “Ben de hayalimde İspanya’ya gitmem gerektiğini, koyunlarıyla yıkık bir köy kilisesinde uyuyan bir çobanı bulup aramam gerektiğini gördüm. Şayet oraya gidip o çobanı bulursam ve firavun incirinin tabanını kazarsam bilinmeyen bir hazine bulacakmışım. Fakat birebir düşü 2 defa gördüğüm için çölü geçip İspanya’ya gidecek kadar aptal değilim.” der. Mültecinin bu kelamlarından gerçeği anlayan Santiago hazinesinin aslında nerde olduğunu öğrenmiştir. Özgür kaldığında geldiği yere geri dönüp sandığına kavuşur. Roman Santiago’nun “Geliyorum Fatıma, geliyorum.” kelamlarıyla biter.

Zülfü Livaneli, insanı sahiden huzursuz eden katmanlı bir yapıyla birçok mevzudan bahsediyor Huzursuzluk'ta. Lakin ana sıkıntı, çocukluk arkadaşı Hüseyin'in vefat haberini alan gazeteci İbrahim'in, bu mevti araştırmak üzere Mardin'e gitmesiyle başlıyor. Hüseyin'in Suriye, IŞİD ve mülteci kampları ortasında geçen hayatı ve aşkı, Ezidiler, savaş ve doğu kültürü daima olarak İbrahim'i derinden etkileyerek huzursuz ediyor.

Hüseyin'in öyküsünü öğrendikten sonra, onun eski karısı Meleknaz'ı bulması gerektiğini anlayan İbrahim, mektupları ve olayları araştırırken içten içe Meleknaz'a çekildiğini ve aşık olduğunu hisseder. Tekrar de bu olayın peşini bırakmamak için çok direnir. Sonunda Meleknaz'ı bulan İbrahim, Meleknaz'a ve çocuğuna bakmayı teklif etse de daima reddedilir. Reddedilse bile vicdanı tarafından daima huzursuz edilen İbrahim, aylarca Meleknaz'ı birinci buluştukları kafede beklemeye başlar. Fakat Meleknaz geldiğinde ondan aldığı karşılık, İbrahim'de okkalı bir tokat tesiri bırakır:

Holden gitmekte olduğu yatılı okuldan Noel'den birkaç gün evvel atılır. Okuldan derslerinin makûs olması yüzünden atılmıştır. Atıldıktan sonra ailesinin yanına gitmek yerine okulda evvelden tarih öğretmenliği yapan Mr. Spencer’ın yanına sarfiyat. Lakin Mr. Spencer’ın yanında da rahat edemez ve yurda masraf. Yurda gittikten sonra yurtta bulunan tüm arkadaşları ile küfürlü bir halde tartışıp oradan da uzaklaşır. 

New York sokaklarında alkollü bir biçimde gezmeye devam eden Holden etrafındaki kimseyi sevmediğini söyler. O geceyi geçirmek için bir otel ve bir bayan satıcısı bulur. O gece de işleri yolunda gitmemeye devam eder. Sabah olduğunda eski sevgilisi olan Sally Hayes ile tekrar görüşmeye başlar. Lakin Sally ile de işler yolunda gitmez ve birçok küfürle ondan da uzaklaşır. Bu olaydan sonra kız kardeşi olan Phoebe’yi görmeye sarfiyat. O anda ailesi konutta yoktur. Kız kardeşi ona elindeki paraları verir ve Holden konutundan tekrar ayrılır.

Holden okulundan tanıdığı hoca olan Mr. Antolini ziyaret eder. Ondan birçok öğüt alan Holden hocasının meskeninde uyuyakalır. Uyandığında ise hocasının onun yüzünü okşadığını fark eder. Bu olaydan ötürü hocasının eşcinsel olmasından şüphelenen Holden o gece oradan da kaçar ve bir tren istasyonuna masraf. Orada uyumaya devam eder. Sabah uyandığında öbür bir hayat kurmadan evvel kardeşinden aldığı parayı geri vermek ister. Phoebe’nin okuluna masraf ve derste olan kız kardeşi için onu müzede beklediğini söyleyen bir not bırakır. Phoebe ise ağabeyinin kaçma isteği doğrultusunda onunla bir arada gitmeyi planlamaktadır. Lakin Holden bunu kabul etmeyerek kız kardeşi ile hoş bir gün geçirir, ardındansa kaçmaktan vazgeçer. 

Konutta büyük bir karmaşa çıktığını biz okur olarak kestirim etsek de, müellif, ya da Holden, devamında bize neler olduğunu anlatmıyor…

I. Dünya Savaşı’na yedek subay olarak katılan Ahmet Celâl, bu savaşta tek kolunu kaybederek geri döner. İstanbul İngilizler tarafından İşgal edilince buyruk eri Mehmet Ali’nin davetine uyarak onun Porsuk çayı kıyısındaki köyüne masraf. Fakat aklı sürmekte olan savaştadır. Köyde, her gün gazete getirterek gelişmeleri izler. Fırsat buldukça da köylülere gelişmelerin kıymetini anlatır. Köy halkı, yoksulluklarının ve cahilliklerinin asıl sebebi olan Salih Ağa’ya bağlıdır. O, ne derse ona inanırlar. Salih Ağa’nın tesiriyle kimse Ahmet Celal’e yanaşmaz. Köylü onu “yaban” olarak niteler. Bu duruma üzülen genç subay buhrana düşer, yeterlice bunaldığı bir gün gezmeye, hava almaya çıkar; Emine ile karşılaşır, ona ilgi duyar. Ne var ki Emine, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in karısıydı. Ortadan günler geçer. Köy Yunanlar tarafından işgal edilir. Yunanlar köyü yakıp yıkarlar, köylülere azap ederler. Köylülerin birçok köy meydanında topluca öldürülür. Ahmet Celal ve Emine birlikte bu mevt çemberinden kaçıp kurtulma isterler. Gerilerinden ateş edilir, ikisi de yaralanır. Zahmetle köyün mezarlığına ulaşırlar. Sabaha kadar orada beklerler. Sonraki gün yola çıkacaklardır. Ama Emine yarası ağır olduğundan yürüyecek durumda değildir. Ahmet Celâl, elindeki anı defterini Emine’nin eline tutuşturur, bilinmeyen bir istikamete hakikat sarfiyat.

Sakarya Savaşı’ndan sonra o bölgeden düşman ordularının çekilmesi üzerine köye gelen düşman zulümlerini araştırma şurası yıkıntılar, kömürleşmiş insan kemikleri ortasında bir defter bulur, kenarları yanık, ortası yırtık bu defter Ahmet Celâl’in anılarını yazdığı ve son anda Emine’ye teslimi ettiği defterdir.

Jean Valjean ekmek çalma kabahatinden 5 yıl kürek cezası alır. Kaçma teşebbüsünde bulunduğu içinde cezası artar ve 19 yıla çıkar. İçindeki uygun hisleri kaybetmiş biri haline gelir. Mahpustan çıkar ve iş aramaya başlar lakin mahpus geçmişinden dolayı iş bulamaz. Bu ortada bir piskopos konutunu ona açar. Jean bunun değerini bilmez ve gümüş bir seti çalmaya çalışır. Piskopos bunu görür ve sesini çıkarmaz hatta üstüne bir çift gümüş şamdan ikram eder. Şamdanlardan gelecek para ile namuslu bir adam olma yolunda ilerlemesini söyler. 

Jean Madeleine ismini kullanarak iş hayatına atılır. Kısa müddette varlıklı olur. Bir polis şefinin elinden zavallı bir bayanı kurtarır. Ansızın ortaya çıkan Madeleine’nin kim olduğunu merak eden polis şefi araştırmaya başlar. Tıpkı isimle birinin yakalanmasını ve hatasız yere mahpus yatmasına dayanamayan Jean polis şefine teslim olur. Jean zindana atılır ama sonrasında kaçmayı başarır. Daha evvel kurtardığı o bayanın kızını yetiştirmek ister. 

Jean bir manastırda saklanmaya başlar, bu sırada da kızı kendisi büyütmeye başlar. Kız üniversitede Marius asında biri ile tanışır ve hatta Jean da Marius’u korur. İhtilal başladığında karşı safta yer alan polis şefi yakalanır ve idama mahkum edilir. Jean bu işi alarak polis şefinin kaçmasına yardım eder. İhtilal sürerken Marius çatışma esnasında yaralanır. Marius’a ise bu polis şefi yardım eder. Jean teslim olmak için geri döner ancak polis şefi orada yoktur zira kendini ırmağa atarak intihar etmiştir.

Öykü, anlatıcının, küçükken fil yutmuş bir boğa yılanı çizmesiyle başlar. Herkese resmi gösterir lakin herkes fotoğrafla alakalı öbür bir şey söyler ve kimse fil yutmuş yılan demez. Ona öğütler verirler, fotoğraf yapmak yerine tarih, coğrafya üzere alanlara yönelmesini söylerler. Anlatıcı büyür ve pilot olur. Sahra Çölü üzerinde iken uçağı bozulur, zarurî iniş yapmak zorunda kalır. Yorgunluktan uyuyakalır ve uykusundan Küçük Prens'in sesi ile uyanır. Anlatıcımız ona da fil yutan yılan fotoğrafını çizer. Muharrir çok şaşkındır zira şimdiye kadar kimse bu fotoğrafın anlatmak istediğini anlamamıştır. Kapalı bir kutu çizer ve bu kutunun içinde koyun vardır der. Bu fotoğraf prensin güzeline gitmiştir. Küçük prens orada kendinden bahseder. Bir gezegende yalnız yaşadığını bir çiçeği ve 3 tane volkanı olduğu söyler. Öbür gezegenlerde tanıştığı bireylerden bahseder. Gezdiği gezenlerin birinde her şeyi yönettiğini düşünen bir kral ile karşılaşır, bir diğer gezegende kendini beğenmiş bir adam, başkasında sayılarla uğraşan bir iş adamı, öteki birinde devamlı fenerini yakıp söndüren bir fenerci ve başkasında devamlı içen bir sarhoşla karşılaşır. Son gezegende buluşlarını kaybeden bir kaşife rastlar ve Küçük Prens'e kesinlikle dünyaya gitmesi gerektiğini söyler. Böylece dünyaya gelir. Dünyada bir tilkiyi evcilleştirir ve tilkiden bir sır alır. Bu sır şöyledir; ”En düzgün yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni göremez.” Diğer gezegendeki gördüklerinden de dünyada bir sürü vardır. Gezegenine dönmek ister zira çiçeği ordadır. Aslında o çiçekten dünyada binlercesi vardır fakat büyükler çiçeklerinin değerlerini bilemezler. Küçük Prens gezegenine döner. Bu ayrılış muharrir için çok zordur zira aradığı  arkadaşını çok geç bulmuştur. Pilot olan müellifimiz da uçağı tamir edip ülkesine dönmüştür.