“Nasıl olur?” dediğinizi duyar gibiyim. Gelibolu’ya seyahate çıkan Sultan II.Mahmud dönüş yolunda Silivri’de fırtınaya tutuldu. Gemisinin arkasında saltanat kayığı bulunuyordu. Fırtına sırasında kayık alabora oldu. Aralarında padişahın sapı elmaslarla donatılmış şemsiyesi de vardı. Haliyle hepsi suyun dibini boyladı.
Avrupa’da bir dönem olaylar yaratan lale bitkisi Osmanlı’dan oralara gitmiştir. O kadar etkilemişiz ki bizde beyaz laleye “Dülbentlale” denirdi, Fransızlar da laleye “Tulipe” diyorlar.
Fatih Sultan Mehmed tahta çıktığı vakit bir kuyruklu yıldız görülmüştü. Papa da “Türk ve Müslüman dostu zındık yıldız” diye aforoz etmişti. O yıldız Halley Kuyruklu yıldızından başkası değildi.
Sumatra’nın en büyük kilisesi için bir çan yaptırılacaktı. Çan yapılması için adadaki bir Osmanlı topu kullanılmıştı. Topun üstünde de II. Selim tuğrası vardı. Bu top, 16’ncı yüzyılda SumatraMüslümanlarına yardım için İstanbul’dan gönderilen Türk döküm ustaları tarafından orada dökülmüş üzerine de: “Bu ada Müslümanlarının Türkiye’ye tabiiyeti alameti olarak bu padişahın tuğrası konmuştur” yazılmıştır.
Enderun tarihçisi Ata Bey, 9-11 yaşlarında bir çocukken sünnet olacağı zaman babası onu büyüklerin ellerini öpmesi için ziyaretlere götürmüş. Sadrazam Hüsrev Mehmet Paşa da kendisine bir fincan vermişti. Çocuk da fincanı almış ama işime yaramaz diye sandığın bir köşesine atmıştı. Aradan yıllar geçmiş Ata Bey maddi olarak zor günler geçiriyordu. Aklına yıllar önce aldığı hediye gelmiş, satmadan önce gidip bilenlere göstermişti. Fincan Ming hanedanından kalma bir Çin porseleni, zarfının da Memluk sultanları devrine özgü nadide bir sanat eserdi. Fincanı satmış, borçlarını ödemiş, kalan parayla refah içinde yaşamıştı.
Günümüze gelmemiş bir eser olarak İstanbul surlarında bir köşk bulunmaktaydı. Sinan Paşa Köşkü olarak bilinen yerin diğer adı da İncili Köşk’tü.
İstanbul’un en güzel yerlerinden birisi olan Kız Kulesi tarihte bir defa hapishane olarak kullanılmıştı. Burada, on sekizinci asrın namlı vezirlerinden Hekimoğlu Ali Paşa hapsedilmiş ve oradan sürgüne gönderilmiştir.
Kanuni döneminde yaşayan Hüsrev Paşa yapı olarak çok hassas bir insandı. Bir gün divanda Sadrazam Süleyman Paşa ile yaşadığı şiddetli bir tartışma yüzünden azledilince kendisini derin bir üzüntüye kaptırmıştır. Üzüntüden yemeden içmeden kesilen paşa, adeta açlık grevine başlamıştı. Bu işin sonunda da hayatını kaybetmişti, böylelikle ‘intihar eden’ ilk ve tek insandır.
Paşanın başına gelenler bunlarla son bulmuyor. Kütahya valisi iken ölmüş ve orada defnedilmişti. Ali Paşa İstanbul’da hala kendi adıyla bilinen büyük bir cami yaptırmıştı ve ölürken caminin yanındaki türbesine gömülmesini vasiyet etmişti. Buna izin verildi; Kütahya’daki kabrinden çıkarılan naaş Üsküdar’a geldi. Fakat halk büyük bir hürmet beslediği bu vezire karşı, bir karışıklığa sebep olabilecek şekilde tezahürata hazırlandığından, tabut Üsküdar’dan İstanbul’a gece yarısı geçirildi ve sessizce götürülüp türbesine defnedildi. Bu türbe bugün hala Kocamustafapaşa’daki Hekimoğlu Ali Paşa Camiinde bulunur.