Haber7/ Taha Dağlı Netanyahu dönemine son vermek hiç de kolay bir şey değil.
Bunun için birbirinden farklı çizgilerdeki tam 8 parti koalisyon yaptı.
O partilerden biri var ki, diğerlerinden iyice farklı. Çünkü onlar Filistinlilerin partisi. 1948’deki işgal sonrası bugünkü topraklarında kalmayı başaran Filistinliler, bugün 48 şehirleri olarak adlandırılan İsrail haritasındaki Filistin şehirlerinde yaşıyorlar. Nüfusları yaklaşık 2 milyon.
Onları Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinlilerden ayıran en büyük özellik, İsrail vatandaşı olmaları.
Bu sayede İsrail parlamentosuna girebiliyorlar. İsrail parlamentosundaki Filistin asıllı vekiller de kendi siyasi çizgilerine göre ayrılmış durumda.
Mesela 4 milletvekili olan Raam Partisi gibi.
Partinin başında Mansur Abbas var.
İslami Hareket’e yakın bir isim. İsrail 2 yılda 4 seçim yaptı. Son seçimin ardından koalisyonun kilidi Filistinli Raam Partisi oldu.
Solcu Yeş Atid Partisinin lideri Yair Lapid, aşırı sağcı ve hatta ırkçı diyebileceğimiz Naftali Bennett ve İslamcı Raam Partisinin lideri Mansur Abbas koalisyonda anlaştı. Tabi onların dışında 5 ayrı parti daha koalisyonun içinde yer aldı.

Herkesin aklında şu vardı, düne kadar “çok sayıda Filistinli öldürdüm” diye övünen, İsrail’in ırkçı ulus yasasının mimarı olan Naftali Bennett ile Filistinli, üstelik islami çizgideki Raam Partisinin nasıl uyuşacağıydı.

Mansur Abbas, Bennett gibi bir adamın başbakan olmasını sağlamıştı.
Ama şu da var, bu koalisyona “hayır” deseydi bu kez Netanyahu dönemi kapanamayacaktı.
Bir çok kesime göre elini taşın altına koyarak, Netanyahu karşıtı koalisyonu destekledi.
Bu sayede İsrail tarihinde ilk kez Filistinliler, koalisyon içerisinde yer almış oldu.

Bennett koalisyonun ilanının ertesi günü İsrail Kanal 12 televizyonunun canlı yayınında, koalisyondaki siyasi ortağı olan Filistinli Mansur Abbas’tan özür diledi, “Abbas çok cesur bir lider, geçmişte ona terör destekçisi dediğim için özür dilerim, yeni hükümetimiz İsrail ile Arap vatandaşlarımız arasında yeni bir sayfa açacak” dedi.

Netanyahu dönemini kapatan, “kimler kimlerle berabermiş” dedirten bir koalisyonun kurulmasında öyle ya da böyle bir Biden etkisinin olduğunu da söyleyebiliriz.

Kudüs’te Şeyh Cerrah semtindeki tehcir, Mescidi Aksa’ya yapılan kanlı baskınlar ve Gazze’deki katliamlar. Bir bakıma Netanyahu’nun sonunu bu saldırganlık hazırladı.

Saldırılara Filistinliler direndi. Direniş etkiliydi, İsraillilerin rahatını kaçırdı ve Netanyahu muhaliflerini Netanyahu’ya karşı harekete geçirdi. Onlar, Filistinlilerin eylemlerinden direkt Netanyahu’nun aşırı politikalarını sorumlu tutuyordu.

ABD’ye gelince. ABD’nin İsrail politikası hiçbir şartta değişmez.
Ama yöntemler değişebiliyor. ABD’de demokratlar, İsrail’deki Likud iktidarıyla anlaşamıyor. Obama döneminde bunu net şekilde gördük. Cumhuriyetçi Trump’la, Likud lideri Netanyahu ilişkisi ise tam tersiydi.
Şimdi Obama’nın devamı niteliğindeki Biden yönetimi var. Biden yönetimi, aşırı sağdan rahatsız.
İsrail’in son Kudüs ve Gazze saldırılarında ABD’deki İsrail’e verilen desteğin azaldığını görüyoruz.
Amerika’daki 18-34 yaş grubunun yüzde 60’ı, Gazze’deki saldırılardan İsrail’i dolayısıyla Netanyahu’yu mesul tuttu.
Kongrede de demokratlar, Netanyahu’nun 11 günlük Gazze saldırılarına tepkiliydi, bunu çok sayıda senatör dile getirdi. Trump, "İsrailliler ve Filistinliler tek devlet istiyorlarsa bana uyar, iki devlet istiyorlarsa bu da bana uyar. Onlar mutluysa ben de mutluyum" demişti.
Biden ise böyle düşünmüyor, o direkt iki devletli çözümden yana.
Netanyahu’suz dönemde bu politikaya hız verilecektir.
Her ne kadar Kudüs ve Batı Şeria’da Filistinlilere yönelik saldırılar devam etse de amaç iki devletli çözüm.

Tabi burada önemli olan şu, Filistinlilere eğer bir devlet verilecekse, bu devlet, Filistinlilerin haklarının korunmasını sağlayan, öyle labirent gibi toprak parçalarında değil, bütünlüğü olan sınırlar içerisinde yer alan, adam akıllı bir devlet olmalı.