Çin’in Hubey eyaletinin Vuhan kentinde sebebi tespit edilemeyen birkaç zatürre vakasının 30 Aralık 2019’da Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) bildirilmesiyle dünya gündemine giren yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisi hızla yayılmaya devam ediyor. Dünya genelinde vaka sayısı 27 milyonu geçmişken, vefat sayısı 896 bini aştı.
Günlük vaka sayıları Türkiye’nin de dahil olduğu bazı ülkelerde zirve değeri gördü ve alınan önlemler ve uygulanan tedbirlerle tekrar gerilemeye başladı. Çin, Slovenya ve Yeni Zelanda’da olduğu gibi, çok az sayıda ülke günlük vaka sayısını sıfıra indirebilmeyi başardı; fakat çok sürmeden bu ülkelerde de yeni vakalar görülmeye başlandı. Salgını kontrol altına almış görünen ülkelerde vaka sayılarının tekrar yükselişe geçmesi, önemli bir soruyu dünyanın gündemine taşıdı: Kovid-19 salgınında ikinci dalga mı yaşanıyor? Peki koronavirüsün ikinci dalgasını nasıl önleyebiliriz? İşte pandemi süresine etki eden 3 anahtar tedbir.
İkinci dalganın ne olduğu hususunda, üzerinde mutabık kalınan bir tanım henüz yok. Bu sebeple kavrama yönelik hatalı kullanımlar da söz konusu. Salgın hastalıklarda “dalga”dan bahsedilmesi, 50 milyon insanın ölümüne sebep olan 1918 İspanyol gribi pandemisindeki salgın eğrilerine dayanıyor. 1918 İspanyol gribi pandemisinde yılın başında zirve yapıp sonra sönümlenen salgın eğrisi, yaz aylarında daha büyük çapta ikinci bir salgın olarak tekrar ortaya çıkmış ve bir süre sonra yine sönümlenmişti. Yılın sonundaki kış aylarında ise salgın üçüncü kez, fakat daha düşük bir şiddette tekrar artmış ve azalmıştı.
Washington Üniversitesi’ne bağlı Sağlık Ölçümleri ve Değerlendirme Enstitüsü’nün (IHME) yaptığı modellemelerin de arasında olduğu çalışmalar, yıl sonunda, özellikle Ağustos sonu ile Aralık ayı arasında ikinci bir dalganın ortaya çıkabileceğini ifade etmişti. Bu tahminlerin temel dayanakları ise şöyle sıralanabilir:
Vaka ve ölüm sayılarının epey yüksek olduğu İngiltere ve Fransa’da yapılan çalışmalar, bu kadar yüksek vaka sayısına rağmen toplum genelindeki bağışıklığın yüzde 5 civarında olduğuna işaret ediyor. Diğer bir yayında ise bağışıklık oranının Belçika’da yüzde 8’in, Norveç, Almanya ve Avusturya’da yüzde 1’in altında olduğu ifade ediliyor. Toplumsal bağışıklığının gelişmesi için bağışık olması gereken nüfus oranı ise yaklaşık yüzde 70. Bu durumda toplumsal bağışıklık gelişmesi ihtimalinden son derece uzak olduğumuz ve salgına duyarlı kişilerin oranının hâlâ çok yüksek olduğu ifade ediliyor.
Yaz aylarında sıcak veya UV güneş ışınları sayesinde virüsün etkisinin azalabileceğine yönelik görüşlere bir karşı argüman olarak, salgının hem kış hem yaz şartlarında aynı anda yaşandığına işaret ediliyor ve salgının şiddetinin mevsimlere bağlı olarak azalma ihtimaline dair yeterli kanıt olmadığı ifade ediliyor.
Salgınla ilk karşılaşma dönemiyle kıyaslandığında, ülkeler birçok açıdan daha avantajlı durumdalar. Test kapasitesi, kişisel koruyucu ekipman temini, mevcut kaynakların yönetimi gibi konularda birçok farklı tecrübe söz konusu. Ne var ki salgının iyi yönetişimi için bilinmesi gerekenler, bilinmeyenlerin yanında hala çok az.
Kovid-19 pandemisinin devam edebilmesi 3 faktörün bir arada olmasına bağlı: Bağışıklığı olmayan bir kişi, enfekte bir kişi ve etkili temas.
1- Bağışık olmayanların bağışıklanması (ki bu durum aşılama ile veya hastalığı geçirmekle mümkün)
2- Enfekte olanların izolasyonu ve temaslı kişilerin karantinada tutulması, toplumsal tedbirlerle temasın en aza indirilmesi.
3- İkinci dalganın ortaya çıkışını engelleyecek veya baş etmeyi kolaylaştıracak tedbirlerin başında sokağa çıkma yasakları, vaka ve temaslı takibi, sağlık sistemi kapasitesinin geliştirilmesi, topluma sosyal mesafe ve temizlik davranışlarının kazandırılması, toplumun mümkün olduğunca evde kalmaya teşvik edilmesi geliyor.
1918 İspanyol gribini ve Kovid-19’un epidemiyolojik özelliklerini analiz eden modelleme çalışmalarına göre, salgının iki yıla yayılabileceği ifade ediliyor. Fakat bağışıklık süresinin henüz belli olmaması, başarılı bir aşının ortaya çıkıp çıkmayacağı, toplumsal bağışıklık sınırına ne kadar yaklaşıldığı, asemptomatik vaka oranı gibi belirsizlikler, uzun vadeli tahminlerin hata payını artırıyor.
Toplumun tedbirlerden yorulup erken pes etmesi durumunda vaka sayısının aşırı artması ve sağlık sisteminin herkese yetmeyecek düzeyde bloke olması söz konusu. Bu tehlikeli durum sebebiyle, hasta olan herkese yeterli sağlık hizmeti sunulabilmesinin “kırmızı çizgi” olarak kabul edilmesi ve tüm gevşetme politikalarının ve yönetişimin bu kriter ekseninde kurgulanması önem taşıyor.